16 Temmuz 2021 Cuma

ZAMANDAN KAÇAN AYRILIK

En son yazdığım konser yazısının üzerinden 1 yılı aşkın süre geçmiş, tarih olmuş Temmuz 2021. Adının sonundaki 2019’u simgeleyen 19’la yetinmeyen COVID-19 bugüne kadar varlığını etkin bir şekilde sürdürüp alışkanlıklarımızı değiştirdi, canlı müzik dinlemeyi seven ben ve eşim de bundan nasibimizi aldık elbette.

Ama kalemlere ve notalara virüs işlemiyor tabi. Benim de içinde bulunduğum 1985-1990 arası doğan kuşak 30’lu yaşlara geçti ve gençliklerimizi etkileyen değerler, gördüğümüz acılar, kurduğumuz kimi gerçeğe dönüşmüş kimi sonraki kuşaklara devredilmiş hayaller yüreklerimizde belli ölçülerde damıtılmış durumda. Bütün bunlar kitap ya da şarkı olarak bize hayat yolunda yan yola direksiyon kırdırıyor. Hatta bunun ötesinde, kimimiz için mola olarak kalmayıp yeni bir yola dönüşüyor. Bir insanın iç dünyasını çekinmeden paylaşması ve yazıya veya sahneye dökebilmesi gerçek bir cesaret örneği bence (bu kabuğu kendimde zor kırdığım için böyle değerlendiriyorum), o nedenle bunu yapan “çağdaş”larımın her sanat adımında heyecanlanmaktan kendimi alamıyorum.

Bu ay itibariyle raflarda yerini almış olan Ceylin Erbak Aytekin’in 12 öyküden oluşan ilk solo öykü kitabı Zamandan Kaçan Ayrılık, adıyla uygun şekilde farklı ayrılık öykülerini (aileden, sevgiliden, köyden, eşten ayrılık gibi) bünyesinde barındırsa da aslında derinden derine güncel birçok toplumsal konu hakkında da farkındalık tazeliyor.

İlk öykü Martı Şekip. Martı denince Sait Faik’in Sivriada Geceleri’nde Kalafat ve Sotiri’nin martı üzerine yaptıkları konuşma veya Richard Bach’ın Jonathan’ı akla gelse de burada tamamen Şekip’in yaşlı dostunun pencere pervazında yaşadıklarını ve insana dair söylediklerini dinliyoruz. Ağustos Böceği ile Karınca fablını bir de ağustos böceğinden dinlemek gibi, bu kez diğer taraftan bakıyoruz dünyaya. Kitaba başka bir canlının gözünden başlayınca, kitaptaki karakterlerle empati kurabilme yolu ardına kadar açılıyor daha ilk öyküden.

İkinci öykü Duvarların Isısı. 10’lu yaşlarda çok ufak hareketler bizde derin izler bırakıyor ve “akran zorbalığı” adı altında belki düzelmesi yıllar alan özgüven kırıklıklarına yol açıyor, yine o yaşlarda yapılan çok ufak hareketler yıllar sürecek dostlukların temelini atıyor. Ailesinin iş durumu nedeniyle genç yaşta şehir ve hatta ülke değiştirmek zorunda kalanların yüreklerinde yaşadıklarına dokunuyoruz bu öyküde, yatılı okumak zorunda kalan Öykü’nün anlattıklarıyla. İstemsizce, aile büyüklerimin de içinde bulunduğu ve cumhuriyetin ilk döneminde mübadele ile doğduğu yerlerden ayrılmak zorunda bırakılıp bir daha oralara dönememiş insanlar canlanıyor gözümde.

Üçüncü öykü Ayrılık Monoloğu. Birlikte olgunlaşmış Özgür ve Mine’nin büyükşehir kalabalığında zamanla değişen tercihleri ve beklentileri sonucunda artık “bir” ve “biz” olamayacak olmalarının sancısını ve dönülmez noktaya savrulmalarını okurken, Türkiye’de sanat yapmak isteyenlerin idealler ve hayatın gerçekleri arasında sıkışıp kalmışlığını da alıyoruz satır aralarında.

Dördüncü öykü Zamanın Sonu Nerede. Hayatı ciddiye almayan ve zamanı önemsemeyen bir gençken, aslında yıllardır komşusu olan Fikret Amca’yla yeni tanışabilmiş Bora Bey’in ödül aldığı bir törende yıllar sonra yaptığı kısa konuşması ve arkasındakilere bakıyoruz burada. Kuşaklar arası ilişki ve iletişim açısından güzel bir örnek olan Fikret Amca, insanın kaç yaşında olursa olsun yaşam sürdüğü sürece el verebileceğini, yol gösterebileceğini anlatıyor.

Beşinci öykü Reyhan. Köyün en son çitinde dünyanın bittiğine razı gelmesi sağlanmış Ünzile’nin kaderine boyun eğmeyen Reyhan’ın, abisi ve babasına rağmen planlar kurup hayallerinin peşinden şehre giderken yaşadıklarını hem açık hem de örtülü bir “kadın dayanışması” eşliğinde okuyoruz.

Altıncı öykü Günlüklere Sıkışmış Tuhaf Bir Hayat. Yaşadığı her şeyi günlüğe kaydeden Leman’la birlikte 2070’lerden bugünlere bakıyoruz. Her yeni on yıllık dilim başlarken yaşadığımız umutları ve heyecanları 2020’ye girerken de yaşayan Leman’ın kaleminden koronavirüs yüzünden dünyada her şeyin paramparça oluşunu, ailecek büyükşehirden kaçışlarını, dünyanın elli senede yaşadıklarını hüzünle hissediyoruz.

Yedinci öykü Gel, Beraber Olsun. Babalarından şiddet gören iki kardeşin kısa öyküsünü okumuştum bir süre önce: büyüdüklerinde kardeşlerden biri çok yardımsever biri olurken diğeri babasının kopyasına dönüşüyor, her iki kardeş de bu karakterlere bürünme sebepleri sorulduğunda “babam yüzünden” yanıtını veriyordu. İnsanın ne görürse görsün, içinde ne varsa onu yaşattığına dair bir sevgi öyküsü. Kumarbaz babası ve ona karşı koyamayan annesi yüzünden erken yaşta okul hayatı biten ve sokaklarda ekmek parası peşinde koşan Osman’ın mücadelesini ve sevgisiz büyümesinden korktuğu küçük kardeşi Sevgi’yi gelir adaletsizliği gerçeğine de isyan ederek konuk ediyoruz yüreğimize.

Sekizinci öykü Yeni Aile. Burada Martı Şekip’ten sonra kedi Muskat’ı tanıyoruz. İnsanın günün sonunda kendi hayatı ve sağlığı uğruna birçok şeyden vazgeçebildiğini, aslında belki de bencilliğin hoş görülebilir bir boyutunu bir kedi öyküsü üzerinden yaşıyoruz.

Dokuzuncu öykü Aidiyetsiz Bir Ses. Yedi yaşındaki oğlu Ali’ye “erkekliğin ne olduğunu” öğretmek isterken ölümüne sebep olan mezarlık bekçisinin kulübesine gidiyoruz. Delikanlılık ve erkeklik kavramlarını yaşadığı korkunç olaydan sonra sorgulayan ve ancak oğlunun yattığı mezarda bekçilik yaparak nefes alıp vermeye devam edebilen bir baba. Bu öyküyü diğerlerinden ayıran çarpıcı bir nokta ise mezarlık bekçisinin adını bilmememiz: kendisini de tanımladığı şekliyle o “evladını acizliğiyle öldürmüş bir baba”.

Onuncu öykü Ayazda Kalmış Bir Aşk. İki insanın sevgiyle bir arada olmasının kolay olmadığını anlatan meşhur Sezen Aksu şarkısı “Kolay Değil”in sözleri aklıma geliyor: Tevfik’in bir gün kendisini onun gibi sevebileceği umudunu kaybeden Lâl’in son günlerinde yaşadıklarına tanık oluyoruz. Özgür ve Mine’nin daha ileri yaşlarda yaşadığı ayrılık hüznünün 20’lerin başında nasıl yaşandığını görüyoruz.

On birinci öykü Puf Böreği Hatırası. İlkokul çağında olmasına rağmen birey olduğunun farkına varmış olan Leyla, yeni nesil anne ve babalara bir mesaj bırakıyor. Sığınabileceği ikinci bir evin olması onu Sevgi ve Osman’dan ayırsa da çocukluk kırıklıklarının insanı erken büyüttüğünü ve hangi statüde ve ailede olursa olsun çocuğun sadece ama sadece çocuk olduğunu ve sadece çocuk kalmaları gerektiğini hatırlıyoruz.

On ikinci ve son öykü Portakal Reçeli. Türkiye’de kadın olmanın ölçütlerini başlığında saklayan “can sıkıcı” bir öykü. İnsanın iç dünyasını çekinmeden paylaşmasının cesaret gerektirdiğini söylemiştim, kahramanımız Ahu bunu bir terapi seansında yapıyor. Reyhan’dan daha şanslı olması, Ahu’yu maalesef topluma sirayet etmiş belli kalıplardan muaf kılmayacak.

Aşırı detay verip heyecanı kaçırmak istemedim, az detay verip zihinde bir şey canlanmasını engellemekten de çekindim açıkçası. Ama şundan eminim: bugünleri özellikle de toplumsal anlamda hissederek yaşayan ve sorgulayanların içinde birçok şey bulabileceği bir kitabı elimden bıraktım az önce. Kalemine ve yüreğine sağlık Ceylin Erbak Aytekin!

(Not: Bu yazı 16/7/2021 tarihi itibariyle hukuki koruma altına alınmıştır, sahibinden izinsiz alıntı yapılması ve kullanılması telif hakkına tecavüz kapsamında değerlendirilecektir.)